Hamd Alemlerin Rabbı Allah (cc)’a aittir.
Son bir kaç hafta içinde Türkiye’de yaşanan Dolar merkezli hareketlilik ve buna verilmeye çalışılan tepkiler üzerinde biraz yoğunlaşmak gerek, ancak bu yoğunlaşma doların önümüzdeki zaman dilimindeki seyri üzerine olmayacak elbette. Sıradan bir Müslümanın yaşadığı ülkedeki ekonomik şartlardan etkilenmeden hayatına devam etmesi elbette çok zor. Neticede istesekte istemesekte gündem ve sonuçları bize mutlaka tesir edecek. Bu durum meselelere gündelik ve dünyevi tepki verme ile hangi şartlar altında olursa olsun Müslümanca tepki vermek arasındaki farkı yani imtihan dünyasını, dünyamızı bize hatırlatacak. Ancak bir kez daha üzülerek gördükki, Müslüman bir toplumdan ziyade bütün meseleleri kar-zarar üzerinden değerlendiren tipik bir batılı toplum reaksiyonu hakim hayatımıza.
Büyük çoğunluğu kendisini İslama nispet eden bir toplumda yaşamamıza ragmen neredeyse hiç bir toplumsal olaya Müslümanca tepki vermemeye başladık. 28 Şubat sürecinde evrilen zihin yapımız o kadar islami olmaktan çıktı ki, herşey oluyoruz ama bir türlü Müslümanca ! olamıyoruz.
Laik oluyoruz, Demokrat oluyoruz, Milliyetçi oluyoruz, gerektiğinde Kapitalisti hatta yeri geldiğinde ekonomist bile oluyoruz, lakin bir türlü Allah (cc)’nin emrettiği şekilde bir Müslüman olamıyoruz gibi. Ne zaman Rabbimiz bizi sınamaya kalksa mutlaka orada gündelik ve dünyevi tepkiler vererek gerek şahıs gerekse topluluk olarak imtihanı kaybediyoruz gibi.
Son haftalarda alevlenen dolar mevzusu ile birlikte aslında burayı daha derin ve İslami hassasiyetlerle düşünen veya dillendiren pek kimseye rast gelmedik. Elbette Küresel ekonomik sistemde ülkelerin birbiri ile etkileşim içinde olmaları veya birbirilerini etki altına almak istemeleri çok normal. (Yani aslında normal değil elbet.) Neticede Türkiye özelikle Enerji-Petrol ve Doğalgaz ‘da dışa bağımlı bir ülke ve bunlar küresel ticaretin ortak para birimi olan Dolar üzerinden yapılmakta. Haliyle buradaki maliyet artışları elbette hem devletin hemde hane halkının yaşam şartlarını olumsuz olarak etkileyecektir.
Peki ama biz sorunlarımızı veyahut karşılaştığımız meselelerde tepkimizi Kur’an ve Sünnet üzerine bina etmek zorunda değilmiydik ? Varlıkta veyahut yoklukta, azalırken veyahut artarken Allahın emrine uygun yaşamak ve olası imtihan süreçlerine müslümanca hazır olmamız gerekmezmiydi.
Batı toplumu kendisini ayakta tutan kapitalist yaşam biçimini çok süslü bir şekilde pazarladı, üstelik bunu çok hızlı yaptı. 80’li yıllarda özellikle “Özal’lı yıllar” olarak tabir edilen ve liberal ekonominin hayatımıza girmesi ile geldiğimiz nokta “Kazan ! Nasıl kazandığın önemli değil ! yeterki kazan” anlayışından başka bir şey değildir. 2001 krizi bize sadece yeni bir siyaset anlaşıyını hediye etmedi, aynı zamanda hiç bir noktası temiz kalmamış bir ekonomik ahlak bıraktı kucağımıza.
Herşey “Yerli ve Milli” gibi ne olduğu ve ne anlattığı belli olmayan bir devlet refklesine dönüştü. Yerli derken neyi, Milli derken kimi kastettiğini aslında kimse bilmiyor. Oysa bizim Helal ve Haram’dan başka nasıl bir ölçümüz olabilir ki ? Elbette toplum olarak en azından gündelik hayatımızda bize lazım olan temel tüketim ürünlerini kendimizin üretmesi ve bunu tüketmesi en sağlıklı ekonomik model lakin bu toplum üretmenin ne olduğunu unutalı uzun bir zaman olmadı mı ?
Tüketim toplumu lafı artık hayatımızın anlamı olmadı mı ? Üstelik ürettiğimizden yani kazandığımızdan fazlasını tüketen bir toplum olmadık mı ? Çok değil bundan 20 yıl önce yoksul halk- dar gelirli veya orta sınıf halk gibi ekonomik toplumsal sınıf ayırımı vardı. Bu ayırım aslında kişilerin ekonomik gücünü gösteren bir sınıf ayırımı değildi, Anadolu topraklarında hiç bir zaman sosyalist-kominist bir emek anlayışı hakim olmadı, bu toplumu sınıflandıran kazandıkları değil harcadıkları idi.
Toplum olarak Müslümanlar atasözü ile ayağını yorganına göre uzatırdı, daha açık deyimle 3 lira kazansa 2 lira harcardı, 5 lira kazansa 3 lira harcar kalanı da kötü gün için saklardı. Peki ya şimdi ? Şimdi durum şu ; ister temel ihtiyaç olsun ister olmasın, kim neye sahipse bizde aynı şeye sahip olmak istiyoruz. Komşuda ne varsa bizde de olmalı. Gelir farkı göz ardı edilerek yapılıyor, 20 yaşında işsiz bir genc 40 yaşındaki bir kişi ile aynı ekonomik şartlara veyahut imkanlara sahip olmak istiyor. Onun için herkeste 2-3 bin tl’lik akıllı telefon var. Her evde son model tv, herkesin çocuğunu özel okula gönderme planı var.
İşte aslında ne oluyorsa bize zorunlu, olmazsa olmaz gibi sunulan bu hayata ulaşmak adına yaptıklarımızda oluyor. İşte o zaman Allah’ın ipini gevşetip, batılın ipini tutuyoruz. İşte o zaman üzerimizdeki boya, Allah’ın boyasında batılın boyasına dönüşüyor. Yani aslında renk değiştiriyoruz. Kendimiz olmaktan çıkıp bizden istenen oluyoruz. Oysa biz, Allah’ın istediği olmak zorundayız, eğer bu dünya hayatını geçici bulup Ahiret yurdunu önemsiyor isek.
Harcama merkezli kapitalist sistemin dayattığı bu yaşam biçimi bizi Kur’an ve Sünnet merkezli bir hayattan uzaklaştırdıkça yaşamlarımız Peygamber ve sahabe hayatından uzaklaşıyor. Tüm risalet boyunca İlk İslam aleminin hayatının merkezinde Ahiret yurdu için dünya malından harcama kuralı geçerliydi.
Gerek Mekke döneminde gerekse Medine döneminde tüm Müslümanlar için neredeyse slogan haline gelmiş olan bu ayet aslında bize çok şey anlatıyor.
(وَيَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ قُلِ الْعَفْوَ كَذَلِكَ يُبيِّنُ اللّهُ لَكُمُ الآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ )
“ Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar; deki ihtiyaçtan arta ne varsa” (Bakara-219)
Şüphesiz her Müslümanın ihtiyaç anlayışı farklıydı, hâla da öyledir, ama Allah yolunda harcamak, mülkü ve imkanları Müslümanlar için ve Müslümanlar ile paylaşmak, kendini İslam’a ve Allah’ın davasına adayanlar için bir hayat biçimi olmak zorundadır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى تِجَارَةٍ تُنجِيكُم مِّنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ .
تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تتَعْلَمُونَ
“Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi. Allah’a ve Resûlüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (Saff-10,11)
Tüm hayatı ekonomik gerekçeler ve kaygılar üzerine kuran bir toplumun Allah’ın muradına uygun bir hayat yaşaması elbette beklenemez.
Oysa bakın Rabbimiz bize neyin vaadini veriyor : Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. (Hud;6)
Aslında bütün sıkıntılar ve problemler de buradan başlıyor. Allah’ın bize takdir ettiğine değil de nefsimizin arzu ettiğinin peşine düşüp onu kazanma adına bütün yaşamı işte bu batıl anlayışa teslim ediyoruz. Tüm zamanların değişmeyen ve değişmeyecek olan ölçüsü Hz. Peygamber (sav) bakın bize nasıl yol gösteriyor:
“Eğer siz Allah’a gereği gibi güvenseydiniz, (Allah), kuşları doyurduğu gibi sizi de rızıklandırırdı. Kuşlar sabahları kursakları boş olarak çıktıkları halde akşam dolu kursaklarla dönerler.” (Tirmizî, Zühd 33. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 14)
Dünya insanlık adına ve Müslümanlar aleyhine hiçde iç açıcı bir yere gitmiyor. Tüm dünya coğrafyasında nerede bir zülüm, eziyet ve katliam varsa mutlaka bundan sadece Müslümanlar etkileniyor. Yani aslında tüm planlar Müslümanlar üzerine yapılıyor. Sıranın hangi ülkeye, hangi topluluğa geleceğini kimse garanti edemez. Hal böyleyken ve her birimiz kendi ahiretimize hazırlanırken Hz. Peygamberin rehberliğine ve önderliğine hiç olmadığımız kadar ihtiyaç duyuyoruz. Ne buyuruyordu Hz. Peygamber : “Yarım hurma ile de olsa kendinizi ateşten koruyun.”