BENİM DEDEM HACIYDI…
İnsan; yaptığı herhangi bir işi, bulunduğu ortamı, uygun olsun veya olmasın davranışlarını, düşüncelerini meşru görmekte, mazeret bulmakta çok mahir bir varlıktır. Bahane üretmek ve ona sahiplenmek aslında kişinin değişime, gelişime, en azından eleştiriye kapalı olduğu anlamına gelir ki modern insanda çok sık gördüğümüz bir şey bu.
Sürekli kendini haklı görmek, hatayı sadece başkalarında görmek, meselenin kendisi ile ilgili kısmını görmezden gelmek veyahut önemsememek, ama aynı durum muhataplarımızda olunca kızıl kıyamet koparmak… Çok alışık olmasak ve kesinlikle onaylamasak da geldiğimiz nokta da realite bu maalesef.
Bir şeyi en iyi bilen şüphesiz onu ortaya çıkarandır. Mesela; kullandığımız bilgisayarı, özelliklerini vs. iyi biliriz değil mi? Ama elbette onu icat eden ya da üreten fabrika elemanları, yazılımcıları-mühendisleri kadar bilmemiz mümkün mü, elbette değildir.
İnsan da böyle bir şeydir. Biliriz, tanırız, hakkında iyi kötü fikir sahibi oluruz ama onu en iyi bilen ve tanıyan şüphesiz onu yaratandır, yoktan var eden âlemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)’tır. O, kitabında insanın olumlu ve olumsuz özelliklerinden bahseder, yani imkanlarımız ve zaaflarımız 1400 sene öncesinden bize bildirir. Kişisel gelişim uzmanları, psikologlar; bunun benzeri statüler ve benzeri araçlar henüz icat edilmemişken İnsanı yaratan, kullanma kılavuzunu da içine koymuş ve olumlu-olumsuz özelliklerini tek tek saymış ve belirtmiş.
Olumlu özellikleri hatırlayıp böbürlenmek değil konumuz… Konumuz, olumsuz özelliklerin farkına varıp bunların üzerine gitmek ve olumsuzlukları vasata indirmektir. Bunlar Allah’ın bize yüklediği olumsuzluklar değildir, bilakis insanın kendi nefsine ve hevâsına uyarak edindiği davranışlardır. Mesela insan; gafildir, azgındır, arzularının esiridir, bilgisizce tartışan, Rabbini unutan, nefsine zulüm eden, zâlim, cimri, fesat çıkaran gibi bir çok olumsuz özellikleri kendinde barından bir varlıktır.
Buraya kadar belirtmeye çalıştığım şeyler çoğumuzun aslında itiraz edemeyeceği şeylerdir. Ancak asıl problem bu ve benzeri olumsuz davranışların bizde olma ihtimalini düşünmememiz ya da ona mutlaka bir kılıf bulmamızdır. Genelde yaptığımız şey onu bir şekilde meşru görmek, ona güzel bir kılıf uydurmaktır. Peki bu konudaki savunma mekanizmamızı çalıştırırken bunun bize hiçbir faydası olmadığını biliyor muyuz ?
Küresel çaptaki şirketlerin gelişim sürecine bir bakınız, onları farklı kılan şey AR-GE dedikleri departmana yatırım yapmalarıdır. Araştırma ve geliştirme konusunda ne kadar fark ortaya koyarlarsa rakiplerinden de o kadar öne geçerler. Kendilerinde olan eksiklikleri, müşteri memnuniyetsizliğinin sebeplerini, varsa üretilen ürün-mal kalitesini arttırmayı ne kadar başarırlar ise o kadar öne çıkar ve ticarî başarı sağlarlar.
İnsan kalitesi de böyle bir şeydir. Kişi kendini yeniliklere ne kadar açar, kendinde olan eksiklikleri ne kadar fark eder veyahut kendisine yapılan uyarı ve eleştirileri dikkate alır ve kendini/nefsini düzeltirse o kadar gelişir ve başarıya ulaşır.
Şüphesiz insan için en büyük başarı ancak onu yaratan varlığa layık bir yaşam sürmektir. “ Yarışanlar bunun için yarışsınlar.” ( Mutaffifin, 26) buyurur bize, bizi yaratan.
İnsan yapı olarak başına gelen olumsuzlukları genelde dış etkenlere bağlar. Kendisinde olan bir hatadan değil de, dışarıdan kaynaklanan bir şey yüzünden olmuştur o!
Yani depremde binası yıkılmışsa tek suçlu müteahhittir. Trafik kazasında hep karşıdaki araç suçludur, ticaret yapmışsa tek suçsuz kendisidir, hep mağdur olmuştur, iyi niyetlidir de suistimal edilmiştir! Hiç içeriden bir hata eksik yoktur, varsa yoksa dış mihraklardır.
Bu ve benzeri savunmalar belki psikolojik olarak rahatlatabilir bizi ama var olan hastalığı tedavi eder mi, yaşadığımız olumsuzlukların giderilmesinde bir fayda sağlar mı, bizi bir adım ileriye taşır mı? Tabii ki hayır…
Kabul edelim ki ve arzularımızın tatmini üzerine kurulmuşve hızla akan bir yaşam döngüsü içindeyiz. İnternet üzerinden tüm insanlığa tek tip yaşam dayatılıyor. Tüm kadınlar aynı kadına benzemeye çalışıyor. Bir prototip model oluşturup herkese “işte hedef bu yarışacaksanız bunun için yarışın!” deniyor.
Güzel mi olmak istiyorsunuz ?
İşte güzellik ölçümüz bu, buyurun buna benzeyin!
Zengin mi olmak istiyorsunuz ?
Buyurun işte zenginlik ölçüsü! Şu marka araba, bankada şu kadar para vs…
Saygın biri mi olmak istiyorsunuz ?
Yada şöhret mi ?
Ne istiyorsunuz ?
Aslında ne istediğinizin önemi yok, önemli olan siz ne isterseniz isteyin onun ölçüsünü biz belirleyeceğiz ve siz ancak bizim belirlediğimiz ölçülere uyarsanız kabul göreceksiniz.
İşte tam da burada bir el size dokunduğunda, yani bir ses, size; “Bu gidiş gidiş değil, yapma! Gel Rabbinin rızasına uygun bir ölçü bul” diye, sizi Allah’a ve Rasulüne çağırdığı zaman işte orada başlıyor bin bir bahane ile kendi bulunduğumuz konumu meşru gösterecek bahaneler…
Çünkü insan kendi ayıbının yüzüne vurulmasından pek hoşlanmaz ve bunu kolay kolay kabul etmez. Rabbimiz Musa (as) Firavuna giderken bile ona karşı yumuşak bir söz kullan diye emreder. (Ta-ha: 44)
Çünkü insanın fıtratında bu var.
Kibir insanın kendi kusurunu görmesinin önündeki en büyük engel. Bu engeli aşıp kendisine yöneltilen eleştirileri değerlendiren, içinden haklı ve doğru olanları kabul edip ona göre bir yol çizen kişi mutlaka galip gelecektir.
İşte insanın yaratıcı ile olan ilişkide biraz buna benziyor. Elbette kimsenin Müslümanlığını sorgulama hakkına sahip değiliz. Zaten burada amacımız inanç yarıştırmak değil ama sıradan bir iş anlaşmasının bile belli başlı şartları yok mudur ?
Peki ben de Müslümanım diyen bir kişi Rabbi ile bir anlaşma yapmış sayılmıyor mu? Elbette, evet!
Bu anlaşmanın şartları karşılıklı belirlenmiyor ki ? Yani ne yaparsam, nasıl yaşarsam rabbimin razı olduğu bir müslüman olurum sorusunun cevabını biz veremeyiz.
Büyük ödül ne ?
Cennet…
Sahibi kim ?
Yerlerin ve göklerin sahibi olan, bizi yoktan var eden Alemlerin Rabbi olan Allah (cc). O zaman biz ancak onun belirlediği şartlar dahilinde yaşarsak ödüle layık olabiliriz. Günlük hayatı nefsimizin emrine verip sonunda büyük ödül beklemek ancak boşa geçen bir avuntu olur. Çok üzülerek kabul etmemiz gereken bir geçek var ki; günümüzde insan; hayatında Ahiret kaygısı ve Allah’ın rıza olmadan yaşayan ruhsuz bir et yığınından ibaret. Kendisine bu durum nazik bir şekilde hatırlatıldığında ilk duyduğumuz şey neydi ?
Ama benim dedem de hacıydı…
Peki buna Rabbimizin verdiği cevap ne ?
“Ve insana, kendi gayret ve çabalarının sonuçlarından başka bir şey yoktur!” ( Necm-29)
Selam ; Rabbimizin rızasına uygun bir ömür yaşayan ve yaşanması için mücadele edenlerin üzerine olsun….